10 Ocak 2017 Salı

BALIK KOKSA İYİ TUZ KOKMUŞ

22 Aralık 2016 Perşembe

DÜNYANIN BOĞAZINI SIKIYORLAR




Rus büyük elçinin öldürülmesi üzerine aklımızdan geçenleri kaleme almak; bazı sorular ve varsayımlar eşliğinde düşüncelerimizi ifade etmeyi gerekli görüyorum.

Rus büyük elçisinin bir polis tarafından öldürülmesi ancak onu koruyan polis ile mümkündür. Bir de 21.12.2016 sabahı kanal 24 televizyonunda dile getirilen bu arkadan sinsice ve haince vurma suikastının gerçekleştiği malum sergiyi yöneten kişi ve kişilerin göz yumması sonucu arama bile yapmaya gerek duymaması sonucu silah ve terörist ajan sokularak mümkündür. Kanal 24 dün iddiasına göre sergiyi düzenleyen Timur Özkan kimdir, kimin nesidir, twitlerin de kime yakınlık göstermiştir? Araştırılsın. Zaten o kadar gündeme geldikten sonra mutlaka araştırılacaktır.
Eğer saldırıyı yapan polisin elçilikle bir alakası yoksa bu tamamen bir tertiptir. Burada sergiyi açanların, korumakla görevli olanların, sergiye giriş yapanların üzerini arama yapmaya gerek görmeyenlerin eksiği ve kusuru vardır.
Polis nasıl ikna edilmiş olabilir. Beyin yıkama metotları vardır. “Cemaate inandırılmış birisine Gülen emretti öldür. Eğer öldürürsen Gülen Türkiye’ye teslim edilmeyecek” denilmiş olabilir.
Bu istemesek de büyük bir savaşın içindeyiz. Savaşta iki tarafta zayiat verir. Ölü vermek istemeyen, şahadeti göze almayan yenilir Hiroşima’ya atılan atom bombasından sonra teslim olan Japonya gibi teslim olur.

Ancak alınacak akıllıca tedbirlerle bu tür cinayetleri önlemek, şehitlerimizin sayısını azaltmak ise mümkündür. Bunun için halk ve emniyet güçleri olarak bilinçli davranmalıyız. Asker ve emniyet güçleri tedbirli ve uyanık olmalı,  halk da onlara gerekli desteği gerekli şekilde vermeli ve en ufak bir şüpheli durumda haberdar etmelidir.
Soros’un kandırdığı, güya sözüm ona Müslümanların bankası Bankasya’ya el konuldu ama Soros’un vakıf ve derneklerine bir şey yapılamıyor. Başta MI5-MI6 olmak üzere, CIA ve Mossad’a gizli veya açıktan bağlı tüm vakıf, dernek ve şubelerle eskiden beri organize bir şekilde iş tutanları da daha ciddi bir şekilde mercek altına almak gerekir.

Son günlerde CIA’nin ve MI6'nın en iyi ve en tehlikeli ajanlarının Türkiye’ye geldiği söyleniyor!...

Alevi kardeşlerimizi ve Kürt kardeşlerimizi kışkırtmak için mahalleleri her an basabilirler.
Kendilerine muhafazakâr süsü vererek başı açık, özellikle dekolteli kadınlara, kızlara saldıracaklar. Atatürkçü süsü verecekler. Başörtülü kızlara ve kadınlara saldırabilirler. Laiklik karşıtı süsü verip; Kemalistleri ve Ateistleri kışkırtmak için Atatürk’e hakaret ve küfürler edebilirler. Atatürk heykellerine saldırıp parçalayabilirler. Irakta yaptıkları gibi bir oraya bir oraya; Cami, Cem evi, Kilise, Sinagog, havra hedef gözetmeksizin, ibadet yerlerine saldırarak halkı birbirine karşı kışkırtabilirler.

Önce pkk’yı saldırttılar, ardından daiş, fötö, mlkp-c, dhkp-c daha bildiğimiz ve bilmediğimiz nicelerini üstümüze salıyorlar. Kayseri’de komandoları hedef alıp, patlayan bombadan sonra Kayseri’deki HDP binasının saldırıya uğraması tesadüf olamaz. Bunun bir sonraki hedefi masum kürt halkının hedef alınması olacaktır. 10 milyon, hatta 50 milyon vatandaşımızın birbirini öldürmesi umurlarında bile değildir ve olmayacaktır da…

Her şey yeniden diz çöken bir Türkiye’yi elde etmek için. Her şey Türkiye'yi yeniden ele geçirmek için. 100 bin kişi görevden alındı. CIA, MI6, Mossad, BND çıldırmış durumda ve bunu asla kabul etmezler. Darbeye tüm Türkiye olarak karşı çıktık. Sünni’si ve Alevi’si, laik’i ve muhafazakârı, Sağcısı ve Solcucu herkes ama herkes darbeye ve üzerimize oynanan oyunlara karşı çıktı. Çok uzun bir aradan sonra gerçekleşen bu birliğimize saldıracaklar.

O halde ne yapmamız gerekiyor?
Türkiye'de yaşayan ve bu ülkenin akan suyundan pişen ekmeğinden bir yudum bir lokma alıp kendini Amerika, İngiltere, İsrail, alman vatandaşı değil de; bu ülkenin vatandaşı görenler olarak birlik olalım. Türk, Kürt, Arap, Laz, Çelkez, Zaza, Gürcü, Boşnak, vs. olarak; sonumuz Filistin gibi, Irak gibi, Suriye gibi olmadan kimse kimsenin yaşam biçimi hakkında en ufak bir eylemde bulunmasın. Herhangi bir eylemde bulunmak şöyle dursun, kin ve nefret uyandıran yorumda ve söylemde dahi bulunmasın. Her hangi bir suç tespit ederse emniyet güçlerini haberdar ederek; suçun delilleri emniyet güçlerine, valilik ve kaymakamlık gibi mahalli idarelere teslim edilsin.

Aksini yapan hangi görüşte ve hangi inançta olursa olsun. İster bilinçli, ister bilinçsiz olsun; emperyalistlerin ekmeğine yağ sürdüğü için vatan hainidir. Atatürk’e saldıranlar, muhafazakârlar hakkında konuşanlar, ortalığı karıştıranlar, halkımızı birbirine düşman etmeye çalışanlar, olumsuz, kışkırtıcı paylaşımlar yapanlar vs. provokatörün en şerefsizidir.

Bu günlerde birlik olmazsak, ülkemizi ele geçirmek ve yeniden diz çöktürmek isteyenler için; Sünni olmuşsunuz, Alevi olmuşsunuz, partili veya partisiz olmuşuz, Atatürkçü, Laik, dindar, sağcı, solcu, kapitalist, liberal, komünist veya sosyalist olmuşuz hiç ama hiç fark etmeyecektir. Onlar için bu vatanın evladı olmamız ve bu vatana sahip çıkıp boyun eğmiyor olmamız yeterlidir.

İngilizlerin esir kamplarında Osmanlı askerlerini asit havuzlarına sokup gözlerini akıttıktan sonra vücutlarını jiletleyerek çöllere salarak ölüme terk ettiğini unutmayın!... Daha dün ABD’nin Irak’ta yaptıklarını ve Guantanamo kaplarını unutmayın!...
En kısa zamanda birlik ve beraberlik içinde olmalıyız. Tüm kesimler olarak birbirimizle barışmalıyız. Eğer bu birlikteliği ve barışı sağlayamazsak; birbirimizin düğününde halay çekmek yerine birbirimize silah doğrultmaya devam edersek sonumuz Irak’tan, Suriye’den beter oluruz. Bize kapılarını açacak başka bir ülke yok!
Peki, bu operasyonu KGB düzenlemiş olabilir mi? İhtimal dışı değil! KGB bu operasyon ile;
-Batıdan tamamen uzaklaştırıp Türkiye’yi kendine daha da yakınlaştırmak ve Suriye’deki muhalif Özgür Suriye Ordusu gibi gruplara desteğini azaltmak. Politik ve askeri olarak kendi düşüncesine yaklaştırma hedefi olabilir.
-Türkiye’nin NATO ile arasını açıp; NATO’dan çıkmaya teşvik etmek olabilir.
-ABD’nin Suriye’deki planını bozmak olabilir. Bu zaten muhakkak bizim de hedefimizdir.
-Suriyeli muhalifleri yalnızlaştırmak ve tamamen devre dışına bırakmak olabilir.

Bu saydığımız şıklar, zaten Ankara’nın politikası haline gelmiş söylem ve hatta somut adımlarıdır. Süreç bu şekilde işlerken daha da lehime işlesin diye kendi büyük elçisine suikast düzenlemesi zor bir denklemdir.
Rus büyük elçisinin öldürülüp, suçu Suriye’deki muhalif bir guruba yüklemek ve Rusya’nın Suriye’de daha saldırgan davranmasını sağlamak üzere kurgulanmış bir cinayet olma ihtimalide her zaman vardır. İnşallah aklıselim galip gelecek. Ancak bu suikastın Suriye üzerine kurgulandığını ve Rusların daha saldırgan olmasının kime faydası olabileceğini de düşünmemiz ve hesap etmemiz gerekir.

Terörün arkasındaki güçler açık bir şekilde hiç olmadığı kadar dillendirilmektedir. Teröre karşı işbirliği sağlanıp, tüm oyunları Allah’ın izniyle birer birer bozulmaktadır. Suriye de ateşkes ve barış yolunda yol alırken; bu saldırıyı yapan kişi bir yalnız kurt olabilir mi? Ülkesine canını emanet etmiş bir elçiyi arkadan vuracak kadar alçalmış bir yalnız kurt olabilir mi?

Eylemcinin “benim buradan ölüm çıkacak” demesi, dile getirilen bazı ihtimalleri geçersiz kılıyor. Bu sözleri kendini bir dava uğruna feda ettiğini ele veriyor. Bu tür sözler, kişinin bir dava ve örgüte ölümüne bağlı olduğunu, yoluna canını feda etmekten çekinmeyeceğini gösterir. Fetöcü olma ihtimali çok yüksek görünüyor. Zaten eylemcinin kimliği ve bağlantıları olayı karmaşık olmaktan çıkardığı kanaatindeyim.

Bu bir hükümet meselesi değil. Bu bir Türkiye meselesidir. Bu bir dünya meselesidir… Dünya yeni bir döneme evriliyor.
-Fransa’da terör ve kapatılan camiler var.
-Belçika’da terör ve utanç verici mahkeme kararları var.
-Avrupa da camilere ve Müslümanlara saldırılar var.
-İsviçre’de camilere saldırı ve hakaretler devam ediyor.
-Almanya’da terör saldırısı ve PKK ve benzeri terörist gruplara serbestlik ve onları her türlü besleme faaliyetleri devam ediyor.
-İngiltere’de teröre kırmızı alarm kararları alınırken; terörist grupların yönetim şubelerinin Londra’dan yönetilmesi devam ediyor.
-Orta doğu kan gölüne döndürüldü ve bütün terör grupları ve örgütleri üstümüze salındı. vs…
-Terör her yerde. Daha da artacağına hiç şüphe yoktur.

Dünya evrilirken maalesef ağırlık şu an bizim üstümüzde, ülkemizin üstündedir. Çünkü biz bir geçiş ülkesiyiz. Herhangi bir kavgada bile önce boğazlar tutulur değil mi? Boğaz biziz. Dünyanın boğazı bizim ülkemizdir. Bu coğrafya kaderimiz ve zenginliğimizdir. Boğazımızı sıkabilirlerse onların düzeni hâkim olacak, mücadelemizi başarıp ayakta kalırsak Allah’ın düzeni olan bizim düzenimiz hâkim olacaktır.
Yani; “Sefer bizim, zafer Allah’ın” olacaktır.
Hülagu’nun hikâyesini anlatarak devam edelim:
Hülagu, Moğol İmparatorluğunun kurucusu Cengiz Han’ın torunu, İlhanlı Devletinin kurucusu Mengü Kağan’ın da kardeşidir. 1255 de ağabeyi Mengü Kağan tarafından Ortadoğu’da henüz ele geçirilmemiş toprakların ele geçirilmesi için görevlendirilir.
Hülagu, 1258 tarihinde Bağdat’a girerek Abbasi Halifesi Mutasım’ı keçeye sarıp Moğol atlarının ayakları altında ezdirerek öldürtür. Şehirde katliamlara başlar ve şehri yağmalar. Kadın, yaşlı, çocuk, hamile demeden bazı kaynaklara göre 200.000, bazılarına göre de 400.000 kişiyi katleder. Cami, hastane, saray ve benzeri ne varsa hepsini yok eder. Kütüphaneleri ve tarihi eserleri yakar, yıkar. Milyonlarca dini ve ilmi eserin büyük bir kısmını Dicle Nehrine attırır. Hülagu’nun zalimliğini anlatmak için Dicle’nin günlerce kan ve mürekkep aktığı söylenir.

Hülagu bir gün, şehrin dışına kurduğu karargâhında, o beldenin en büyük âlimi ile görüşmek istediğini bildirir. Bu haber, âlimler arasında korku ve endişeye sebep olur. Kimse Hülagu tarafından öldürülmek korkusuyla bu davete icabet etmek istemez. Bu haber zamanın genç âlimlerinden Kadıhan’a ulaşır. Kadıhan, ufak tefek tıfıl bir gençtir. Daha sakalı bile çıkmamıştır. Böylesi bir daveti kabul ettiğini söyleyerek Hülagu ile görüşmeye gidebileceğini, bunun için kendisine bir deve, bir keçi ve bir de horoz verilmesini ister.

Böyle bir fedainin ortaya çıkması ulema sınıfını rahatlatır. Çünkü bir kurban bulunmuştur. Hülagu’nun şerrinden korkan ulema sınıfı bu isteği hemen karşılar. Kadıhan, hayvanlarla birlikte çadıra varır. Hayvanları çadırın dışında bırakarak içeriye girer ve kendisini tanıtır. Kendisiyle görüşmek üzere geldiğini söyler.

Hülagu, genci tepeden tırnağa süzer ve beklediği tipte birisi olmadığını görerek, “Bana göndermek için, bula bula seni mi buldular. Gönderecek başka birini bulamadılar mı?” diye sorar.

Kadıhan gayet sakin bir şekilde; “görüşmek için iri yarı, boylu poslu birini istiyorsan, bir deve getirdim. Sakallı yaşlı birisi ile görüşmek istiyorsan, bir keçi getirdim. Eğer gür sesli birisiyle görüşmek istiyorsan horoz getirdim. Üçünü de çadırın önüne bıraktım. Onlarla görüşebilirsin!” der.

Hülagu karşısındakinin sıradan birisi olmadığını anlar ve “şöyle otur bakalım” diyerek ilk sorusunu yöneltir. “Söyle bakalım, beni buraya getiren sebep nedir?” diye sorar.

Kadıhan gayet sakin bir şekilde; “Seni buraya bizim amellerimiz getirdi. Allah’ın bize verdiği nimetlerin kıymetini bilemedik. Esas gayemizi unutup makam, mevki, mal, mülk peşine düştük. Zevk ve sefaya daldık. Allah da bize verdiği nimetleri almak üzere seni gönderdi” der.

Hülagu bu sefer ikinci sorusunu sorar. “Peki, beni buradan kim gönderebilir?” Cevap çok manidardır. “O da bize bağlıdır. Benliğimize dönüp, ne kadar kısa zamanda toparlanıp, bize verilen nimetin kıymetini bilir, zevk ve sefadan, israftan, zulümden, birbirimizle uğraşmaktan vazgeçersek işte o zaman sen buralarda duramazsın”

Bugün İslam Âlemi perişan bir durumdaysa, emin olun bunun müsebbibi bizleriz. Biz ne zaman kendimize çeki düzen verirsek, işte o zaman “en gür seda İslam’ın sedası olacaktır. Şer güçler bizimle uğraşma cesaretini kendilerinde bulamayacaklardır. Zaten kendileri gelemiyor, Çanakkale’de Avustralyalılarla, Yeni Zelandalılarla, Hindularla, vs geldikleri gibi, bugünde vekillerini gönderiyorlar. Vekâlet savaşları yapıyorlar. Bizi bize kırdırarak bedel ödemeden daha az kayıpla daha fazla sömürmenin ve diz çöktürmenin hesaplarını yapıyorlar.

Ey kendisini Müslüman gören ve İslam’ın yücelmesini isteyen; emperyalistlerin oyunlarının bitip bu topraklardan gitmesini ve Allah’ın nimetlerinin yeniden bizim olmasını isteyenler uyanın artık. Küçük farklılıkların rekabetini sürdürmek yerine, kuranın haber verdiği Müslümanları oluşturup birlik olma zamanıdır.

Haydi Türkiye! Haydi, İslam dünyası! Yeniden “Sefer bizim, zafer Allah’ındır” deme zamanıdır… Ve ‘Sefer’ yani inşallah zafere yolculuk çoktan başladı. Allah Yar ve yardımcımız olsun. Âmin!

Feyzullah Kırca

26 Ağustos 2016 Cuma

DEVLET KANDIRILMIŞ EDEBİYATI




İnsanımız doğrunun peşinde değil; kendi doğrusunu kabul ettirmenin peşinde dörtnala koşuyor… Bakıyoruz medya da, özellikle sosyal medya denen fecebok ve twiter paylaşım sitelerinde kandırılmışlar edebiyatı almış başını gidiyor.

Kimilerinin derdi üzüm yemek değil; bağcı dövmektir. Mesela bizi savaşın içine çekmek için bilinçli yapılan sınır dışından gelen saldırılara cevap vermezsin. Korkak diye eleştirirler. Günü ve zamanı gelir, uluslar arası kurallar gereği haklı duruma geçtiğinde cevap verirsin. ‘Ne lüzum vardı? Suriye de siviller de ölüyor’ derler. O vatan hainlerini ve emperyalist uşaklarını; vatansever Türk milleti artık ettiği tek cümleden, kimin avukatı olduklarını anlıyor.
Yılan; çoğu zaman yavrumuz postuna bürünmüş şekilde hep koynumuzdadır. Uzaktakine ve karşımızdakine karşı önlem alması; koynumuzdakine oranla çok daha kolaydır. Ülke olarak en çok da canımızı, koynumuzdakilerin sokması acıtır. Nabi de sevgiliye hitaben bu durumu şöyle ifade ediyor:
‘Hayâlinden gelir gam hâtıra cânâneden gelmez
Sitem hep âşnâlardan gelir bîgâneden gelmez.’Nâbî

Açıklaması; ‘Gönlüme gelen gam sevgilinin hayalinden gelir, kendisinden gelmez. Eziyet hep dostlardan gelir, yabancıdan gelmez.’
Kandırılmak için birileri söylediğinin aksini yapması lazım. Kandıran kişi söylediğinin aksini, söylediğinin aksini yaparsa; ancak o zaman kandırıldığımız ortaya çıkar. Yoksa kimsenin alnında yalancı diye yazmaz. Yalancı, düzenbaz, gizli emelleri var diye yazmaz. Yanlış yapan, kandıran bedelini öder. Yalancının mumu ise en fazla yatsıya kadar yanar.

Ne yaparlarsa (yaparsanız) yapsınlar, biz Allahın dininin müdavimleri ve vatanseverler olarak yapılması gerekenleri dikkatli ve hesaplı bir şekilde yerinde ve zamanında yaparsak zafer bizimdir. Çünkü göklerden gelen ulvi bir karar vardır. O kararı ve sonucu görmeden şeytanın ve askerlerinin başarısından emin olmalarını anlamakta zorlanıyorum...

Bazen yalan söyleyenin yalanını bilirsin ama buna halkı da inandırmak zorundasındır. Hele ki devlette; halka yani aziz millete yalanın yalan olduğunu, yanlışın yanlış olduğunu göstermek için bilgin yokmuş gibi yapman gerekebilir. Mesela 11 Eylül saldırısı olmasaydı; Afganistan’a saldırı için ABD dünyayı ikna etmekte zorlanırdı. Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olmasını mecliste engellemeye kalkmasalardı, cumhurbaşkanını halkın seçmesi referandumu kabul görmeyebilirdi.
Bazen yalan söyleyenin yalanını bilirsin ama buna halkı da inandırmak zorundasındır. Hele ki devlette halka yalanın yalan olduğunu, yanlışın yanlış olduğunu göstermek için bilgin yokmuş gibi davranman gerekebilir.
28 Şubat döneminde rengini ve ışığını göstermişti ‘başörtüsü teferruattır’ diyerek, 2010 yılında yaşanan mavi Marmara gemi olayında şak diye ortaya attılar. Gezi parkı eylemlerine verdikleri destek ile ve 17-25 Aralık kumpasıyla saldırıya geçtiler. Ancak reisin katıldığı her toplantı da, her cemiyette paralel yapı tehlikesini ve önlem alınması gerektiğini dile getirmesine rağmen, kamuoyunda Kırmızı Kitap olarak bilinen Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'ne birinci ve öncelikli tehdit olarak aldırmasına rağmen en yakınlarını bile ikna edememişti. Ülke olarak hakikati görmek için darbe girişini ve masum canların katledilmesini beklemeden görmek gerekirdi.
‘Kandırılmışlar’ edebiyatı yapanlardan hangisi bu gerçeği gördü. Paralel yapı uyarısı yapan ve o yapıyla mücadeleyi milli siyaset belgesine aldıran reise kandırılma edebiyatını dillendirenlerin hangisi kabul etti. Ben sadece Tayyip Erdoğan her şeyi paralele bağlıyor eleştirilerini hatırlıyorum.
Kandırılma edebiyatı muhalefetin bir yere kadar başvurabileceği ve yönetimi eleştirebileceği bir olabilir. Ancak şu durumda 15 Temmuz girişiminden sonra oluşan birlik ruhunun bozulmaması için, kandırılma edebiyatını yapanlara hiçbir şey kazandırmayacağı söylemleri ve eleştirileri bırakarak Yenikapı mitinginde oluşan millet birlikteliğini ayakta tutacak söylem ve eylemler geliştirmek gerekiyor. Eleştirmek ve insanları başarısızlıkla yaftalamak çok kolaydır. Ama unutmamak gerekir ki; her söylenenle, her yapılanla kandırılan ve söylendiği başarısız olan hiçbir yönetim üst üste onlarca seçimi oylarını artırarak kazanamaz. Birileri koyun dese de, halk geleceği göremeyen çobanlar dese de; yüreğinde ihanet hırsı ve mandacılık hırsı taşımayan sağduyulu Türk milleti asla basiretsiz değildir.
Bu tür söylemlerle insanların arasındaki farklı düşünceleri; siyasi, ırki, mezhebi yönden ayrılıkları ve farklılıkları derinleştirici, düşmanlığı körükleyici söylemlerden ve paylaşımlardan uzak durulmadır. Sokaklarımız yurt dışından gelen, ya da bizden olduğu halde, dışarıda özel olarak kışkırtma, kargaşa ve iç savaşa doğru halkımızı yönlendirmek için yetiştirilerek bizden gibi görünüp birliğimize dinamit sıkmak için yerleştirilmiş ajanlarla doludur.
Zaten amacı bu olan farklı terör örgütlerinin eylemlerini bahane ederek bizi provoke etmeye çalışan birilerinin galeyana getirmesine ve oynanan oyuna alet olmamaya dikkat etmeliyiz. İnsanları bu şekilde kışkırtmak için, provoke etme girişiminde bulunanları tespit etmeli, emniyet güçlerine teslim etmeliyiz. Ya da en azından ihbar etmeliyiz.
Millet olarak kendimize güvenme, cesarete gelme, saklanma taktiğinden savunmaya geçerek emin adımlar geleceğe yürüme zamanıdır.  Kin ve düşmanlık, gibi duygulara bizi sürmek isteyen Siyonist uşakların oyunlarının uykusundan uyanma zamanıdır. Küçük siyasi ve şahsi menfaatlerden çok toplum çıkarlarını ve ülke çıkarlarını düşünme zamanıdır. Birlikte; hoşgörü, sevgi, hak-hukuk çerçevesinde haklara saygılı olma zamanıdır.

Birlik ve beraberliğimizi koruyalım. Farklılıklarımızla güçlü birlikteliğimizi sağlam tutalım. Farklılıklarımız zenginliğimiz olmaya devam etsin. O zaman Türk halkını ve Türk milletini kimse tutamaz. Bunu bildikleri için parçalara ve kamplara ayırma hevesinde iç ve dış düşmanlar. Bu tuzağa dikkat edelim
.
Bin yıllık sevgi ve hoşgörü mazisi olan; yaratılanı yaratandan ötürü seven biz Müslümanlara yakışmayacak söylem ve eylemlerden kaçınalım.

Feyzullah Kırca